yeraltı edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yeraltı edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Arayış

Saatler gece yarısını vurduğunda önce insanlar çekilecek sokaklardan sonra evlerinin önlerine dizdikleri arabaları, jilet gibi döşenmiş yollardan. İşte ben tam da o zaman seni aramaya çıkacağım yine, her gece yarısı yaptığım gibi. Ayak bileklerime dek uzanan ince bir paltoyla şehrin tüm sokaklarında gezdireceğim tenimin kokusunu. Yokuşları tırmanacak kokum, uçurumlardan yuvarlanacak, sahildeki fenere değin uzanacak sonra en tepesinden denize bırakacak kendini. Boğulmaya iki kala yeniden tırmanacak kayalara. Biçimsiz, birbiriyle uyum sağlayamayan koca taş parçaları üzerinde uzanacak ve gökyüzünü izleyecek titreyerek. Denizin suyu henüz botlarımı doldurup altındaki taşlar kadar ağırlaştırmışken bedenimi, o son güç kırıntısını haykırarak harcayacak. Neredesin? Gece yarısında, deniz kıyısında, botlarım henüz ıslakken, içimdeki özlem her saniye yenisini doğurup kendini devamlı beşe katlarken, neredesin? Yine kendim yanıtlayacağım kendi sesimi. Bir berduşun bile çekip gittiği saatlerde sokakları arşınlamaya devam edecek bedenim, seni bulma ihtimalinin verdiği güce tutunarak. Şehrin tüm sokakları ben gibi koktuğunda, yalnız ben, ben gibi kokmayacağım artık. Gecenin son karanlığı günün ilk ışığına devredecek nöbetini ve dinlenmeye çekilecek o da. Bense seni içimden başka bir yerde bulamayışımla yüzleşemeyeceğim hiçbir gece yarısı. 

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Kanser




Vücuduma hükmeden iki kanser hücresiyle yaşıyorum.

Zihnimde ve göğsümde.

Tabii buna yaşamak denirse (!)

Verdiğim mücadeleden henüz sağ çıkamadım. Defalarca deneyip defalarca yanıldım. Defalarca ölümün kıyısında dolaştım. Defalarca çizgiyi aştım. Buradayım işte. Henüz yok olmadım ben. Henüz olmadım. Ne kadar öldüysem o kadar doğdum yine. Ne kadar doğduysam da her biri için öldüm. Bir gün hangisinde son bulacak bu döngü, işte bu sürpriz olacak. 

Bir şeylerin düzelmeyeceğini artık ben de biliyorum. Düzelmeyişiyle baş edemiyordum evvelde. Artık bu hissi de yaşayamıyorum. 

Eskisi gibi saramıyorum yaralarımı. Saracak güç kalmadığından mı yoksa sarılsa da yenilenen hücreler olmadığından mıdır bilemem, iyileşilmiyor öyle kolay. Bir de iki hayati organda kapkaranlık iki tümör taşınıyorsa, neredeyse imkansız. 

İşte ben taşıyorum. Zihnimde ve göğsümde. İki koca karanlık. İki hayati organda. 

Koca bir vücudun yok olması demek bu. Bir bütünün savrularak yok olması. 

Hangi parçam hangi hüzne dağıldı bilmiyorum.

Hangisi hangi acıda çürümeye yüz tuttu,

Hangi fikir icraate dönüşmeden kavruldu,

Hangi amaç hangi tarafa savruldu,

Hangi parçam nereye kayboldu, bilmiyorum. 

Tam olarak nerede kayboldum?

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Virüs


Ellerimi pancar kırmızısı kan kasesine daldırıp çıkarıyorum. Kırmızının beyaza devinimini izlemek için gün aşırı kaseyi kanla dolduruyorum. Vücudumda kesikler ve iyileşemeyen yaralar var. Ellerim hariç. Ellerimin yeni doğan beyazına dönüşünü seyretmeliyim, ellerim hariç. Kesiklerim boynumdan ayak ucuma kadar. Bunları yalnız ben görüyorum. Üzülmeyin. Daha göremediğiniz yığınla şey varken, benim kesiklerime üzülmeyin. Ben sizin yerinize de görebiliyorum. Sizin kesiklerinizi bile! 
Her biriniz taşla dizilmiş kaldırımlarda yürürken, kabinlerde kıyafet denerken, iş yerlerinizde çalışırken, uyurken, uyanırken, yemek yerken, dalgınken mutluyken öfkeliyken nasıl da kanıyorsunuz bir görseniz. Bir görseniz, yüzlerinizde devasa bir telaşla, elleriniz yanaklarınızda, hızlı adımlarla doktorlara koşardınız. -Doktorlar da kendi kesikleriyle uğraşmıyorsa sizinle ilgilenebilirdi belki.- Neyse ki göremiyorsunuz. Yaşamak gibi bir uğraşınız varken, kendi yaralarınızı göremezken bir de üstelik çalışmak ve uyumak bittabii hayatta kalmak gibi elzem işleriniz varken, tabii kendi yaralarınızı dahi göremezken benimkini nasıl göreceksiniz? Üzerlerinizdeki kanımı nasıl göreceksiniz? Haklısınız! Kanıma daldırdığım ellerimi daldırdığım kan üzerinden akıp gitmeden sizin ellerinize bulaştırdığımı nereden bileceksiniz ki? Gün içinde dokunduğunuz her yere benim kanımı değdirdiğinizi nereden bileceksiniz? Virüs gibi, mikrop gibi gün be gün çoğaldığımı, dağıldığımı nereden bileceksiniz? İçinizde dolaşan bir kadın var, geçmişinin verdiği pislikle hayatını kirletmiş bir kadın -ki siz bunu nereden bileceksiniz?- kök hücrelerinize dolanan geçmişini, geçmişinde dolanan kök hücrelerini, nereden bileceksiniz? İçine bulaşan pisliği akıtmak için günbegün kendini oluk oluk kanattını, akan kanı pancar kırmızısı kaseye doldurup boşaltıp doldurup boşaltıp yine doldurup sizin içinize dışınıza teninize organlarınıza boşaltıp yeniden doldurup her gün yeniden ve yeniden her yerinize bulaştırdığını, nereden bileceksiniz? Vücudumdan akan kanla dışarı çıkmak için sarf ettiğim çabayı...
Bilemeyeceksiniz evet. Bilemeyecek ve gün aşırı bu pislikten bihaber yaşayarak çürüyüp gideceksiniz. Benim kanımda! Benim hücrelerimle! Benim geçmişimle!

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Depresif



Günün aydınlanmaya başladığı, gecenin ölüp gündüzü doğurduğu vakitlerde, dedesinin evindeki kalın, uzun, gül desenli, bordoya oldukça çalan iki kanatlı perdelerin, odasını kırmızıya boyadığı o anı yeniden seyrediyordu...
Odadaki eşyaların karanlıkta başka objelere benzetilmesinin ardına, yeni yeni süzülen ışık, -kırmızı ışık- eşyaların benliğini kazanmasına müsaade etmeyecek kadar az süzülmüştü içeri. Yatağının önündeki dev kitaplığı ve üzerinde kitap ve kitap dışında bazı eşyaları gece karanlığında birkaç defa bazı simalara, birkaç defa anlamsız şekillere benzetmişti. Şimdi ise kitaplığı artık kitaplığa benzetebileceği kadar ışık vardı odasında.
Uyumak için yapılmış yatağın üzerinde, uyuması gerektiği saatlerde, sırtını yatağın başlığına yaslayıp saatlerce öyle oturuyor, karanlığı seyrediyor, bazen gördüklerini yorumluyor bazense hiçbir şey görmeyecek kadar boş bakıyordu karanlığın içine. Bu gece düşündü bunları yaparken. Varlığının değiştirdiği şeyleri düşündü. Varlığının etki ettiği ne varsa düşündü.
Düşündü.
Düşündü.
Düşündü.
Pek fazla yanıt bulamadı. Doğduğum günün hangi gün olduğunu hatırlamayan insanlar var çevremde, diye düşündü. Öldüğü günün hangi gün olduğunu da aynı kişiler hatırlamayacaktı.
Düşündü.
Şimdiye kadar, tam olarak şimdiye kadar ne yaptığını düşündü. Yaşadı. Nefes aldı. Nefes verdi. Uyumadı. Saatlerce uyumadı. Geceleri uyumadı. Uyumadığı uykusundan uyanmış gibi gündüzleri de uyumadı. Üç gün uyumadı. Bir saat uyudu. Dört gün daha uyumadı. Bir saat daha uyudu. İki gün uyumadı. İki gün daha uyumadı. Gece oldu, gündüz geceyi iteledi. Düşünmeye başladı.
Ellerini, tırnaklarını düşündü. Yüzünü düşündü. Yüzünü bir bütün olarak düşünmedi. Çünkü hatırlamıyordu. Nasıl bir burnu vardı, unuttu. Gözleri şimdi hangi renk olmuştu, unuttu. Yüzünün herhangi bir yerinde, mesela dudağının üzerinde bir ben çıkmış mıydı? Ya da daha önce var mıydı? Unuttu. Dudaklarının üzerinde dişlerinin izi çıkmış mıydı? Dudakları ne kadar parçalanmış görünüyordu? Yüz kemikleri belirgin miydi? Yoksa sıska mıydı yüzü? Evinde ayna yoktu.
Silkindi.
Bunları düşünmeyi bırakıp önceki düşündüklerini düşünmeye devam etti. Diğerlerinin hayatında ne olduğunu düşündü. Kim olduğunu. Olduğunu?

 Bu gece hiç düşünmediği kadar düşündü. İstediğinde ulaşabileceği kim vardı onu düşündü. İstediklerinde ona ulaşacak kimler vardı?
Bu gece hiç hissetmediği kadar hissetti. İliklerine kadar hissetti. Ciğerine kadar hissetti. Damarlarında hissetti. Gözlerinde hissetti. Midesinde bile hissetti. Yalnızlığı hissetti. 
Boşluğu hissetti. Vücudunun soğukluğunu hissetti.
Bu gece hiç üşümediği kadar üşüdü.
Bu gece hiç ağlamadığı kadar ağladı.
Bu gece hiç düşünmediği kadar düşündü.
Bu gece bir hiç gibiydi, dahil olduğu hayatlar için de, dahil olmadığı
hayatlar için de, hayatta olmayan insanlar için de hayatta olanlar için de. Sustu. Halbuki konuşmadığını da unutmuştu. Yine de sustu. Bu gece sustu. Fark etti. Bu gece yalnızca diğer gecelerden biriydi.
Günün aydınlanmaya başladığı, gecenin ölüp gündüzü doğurduğu vakitlerde, dedesinin evindeki kalın, uzun, gül desenli, bordoya oldukça çalan iki kanatlı perdelerin, odasını kırmızıya boyadığı o anı yeniden seyrediyordu...

1 Mayıs 2017

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Ölüm


Yağmur yağıyor.
Toprak kokusu buram buram.
Bir de ben varım.
Üstümde bir mermer taşı.
Üzerine kazınmış isim soyisim.
Altında iki tarih yazılı.
Aralarında yirmi beş sene.
Birkaç santim aralıkları.
Birkaç santim aralığa yirmi beş seneyi nasıl sığdırdığımı kimse bilmiyor.
Ben de bilmiyorum.
Yirmi beş sene.
Yirmi beşi de boşa geçmiş yirmi beş tane bir sene.
Toprak çökmemiş.
Yine de içerisi ferah değil.
İçeride hiç hava yok.
Buram buram toprak kokuyor ama.
Bu güzel.
Burası fazla sessiz.
Bu kadar fazla sessizden insan ölebilir.
Ölmemiş olanlar yani.
Ölmüş olan bir daha ölebilir.
Ölme eylemi tek sefer olmuyor sonuçta.
Ben yirmi beşincideyim.
Her seneme bir ölüm ekledim.
Bu sonuncu.
Birkaç aya toprak çökecek.
İçeride hava olmayacak yine.
Hareket etmeden durabilmeyi nasıl başaracağım henüz fikrim yok.
Hoş, hareket etsem de hiç ilerleyemedim şimdiye dek.
Hayatım için farkeden pek bir şey yok.
Yağmur yağıyor, bu güzel.
Yerin üstü kadar altı da soğuk yalnız.
Altı daha soğuk bile olabilir.
Üstü de altı da hissedemiyorum.
Fakat soğuk olmalı, en az bedenim kadar.
Son bulmuş çeşit çeşit hayatlar içinde fazla yalnızım burada.
Yalnızlığımın içinde hapsolmuşum.
Yeraltında olduğum gibi.
Yeryüzünde olduğum gibi.
Yeryüzünde olduğumdan daha fazla yalnız değilim yerin altında da.
Bir o kadar yorgunum.
Bir o kadar, yalnızlığım kadar.
Durup biraz dinlenmek istiyorum.
Zaten duruyorum ve dinleniyorum.
Bunca dinlenmeye rağmen neden hala yorgunum, bilemiyorum.
Dünyadaki bütün yolları yürümüş gibiyim.
Halbuki bu imkansız benim için.
Yaşayanlar için de imkansız, hoş.
Derininden bir nefes almak istiyorum şimdi.
Alacak nefes yok.
Alabilsem nefes boşluğum ve ciğerlerime toprak doldururdum.
Almadan da dolduracağım gerçi.
Birkaç aya kalmaz.
Birkaç aya kalmayacaktır, hoş.
Birkaç aya kalmayacağım.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Gece



Niçin gece?
Devrimdir, devinimdir, değişimdir gece. Daha derine, dibe çağırır. Aynı döngüyü tekrarlatır içine bizi de katarak. Güne sığmayanlar geceye kalır sonunda. Kendimizi bile geceye sorarız. Kimim ben, neden varım, ne olacağım? Kollarına bırakırız kendimizi, çizsin diye sonraki adımımızı. En önemli kararları fark etmeden geceleri veririz.
Gündüzün sahteliği yoktur gecede. Zorunlu gülüşleri, samimiyetsiz günaydınları, kandırmacaları. Karanlığını gizlemek zorunda olmazsın geceleri.  Gecenin karanlığıyla bir olur karanlığın. Dünya gözüyle hiçbir şey göremediğin o vakitlerde geçmişini, hatalarını, izlediğin her yolu daha net görürsün. Kendine yolculuğun en verimli merhalesine geceleri varılır. Gecenin sesi dolanır aklımızda dip köşe. Yaşamın akışı yön değiştirir geceleri.

Düşüncelerimiz de karartır havayı bazen. İçimize dolar gece, içimiz geceye yayılır. Gündüzün bütün sorumluluk ve zorunluluklarından azade.
Fikirlerimiz birbiri peşinde savaşırken gündüz ve geceye benzer. Aynı döngüyü yaşar dururuz devamlı. Tıynetimiz budur. Her seferinde birbirine yenik düşseler de bir gün son bulacaktır aydınlığın devri. Tıpkı derin denizlerin diplerinde, gökyüzünün sonsuz, koca zifirisinde, mezar denilen daracık kopkoyu çukurlarda olduğu gibi. Karanlığın devri başladığı vakit en derin huzurumu yaşıyor olacağım bense. İçimdeki bütün karanlığı günün yarısına bölmek zorunda kalmadığım için. Özgün karanlığımla özgürce arbede yaratacağım etrafta. Bütün karanlıklar iç içe geçecek öylece.

Dünyaca mezardan, yürüyecek yol kalmayacak.

Yol yürüyecek insan kalmayacağı gibi.

Ve içi insan dolu mezarlarla donanmış bir dünya da kalmayacak en nihayetinde.

İçimdeki tüm karanlığı günün tamamına yayabilmiş bir ben kalacağım.

Bir ben, dünyaya sığmayacak tüm mezarları içine sığdırabilen...

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Uslamlama

busraturksev

Gözlerim iyi görmüyor artık hem eskisi kadar da gür saçım yok.
Ciğerlerim daha kolay kabulleniyor dumanı ve bacaklarımla aram pek bozuk.
Ara ara düşmüş aklar aynadan selamlıyor beni.
Eklemlerim ve kaslarım yer çekimine karşı savaşmayı bıraktı, söz geçiremiyorum.
Gözlerim daha çekik ve göz bebeklerim daha geniş artık.
Unutmaya çalıştıklarımı unutamıyor, hatırlamak için uğraştıklarımı bir türlü hatırlayamıyorum.
Geceleri uyuyamıyorum fakat
Fakat gündüzleri,
Gündüzleri,
Hayır, gündüzleri de uyuyamıyorum.
Geceleri genellikle uyuyamıyorum.
Genelliklenin dışındaki o vakitler,
Gördüğüm rüyalar,
Tamamıyla gerçek,
Uyanıkken yaşadığım gerçeklerden daha gerçek rüyalarım.
Uyuyamıyorum.
Hatırlayamıyorum.
İlaçlarım neredeydi hatırlayamıyorum.
Uykum nerede,
Neredeyim?
Göğüs kafesim daraldı iyice,
İçindekileri içinde tutamamaktan.
Kalbim büyüyor sanki içimde,
Halbuki daha az yer kaplıyor gün geçtikçe.
Kalbimdeki yetmezlik,
Tüm vücudumu sarıyor,
Bir büyüyor bir küçülüyorum.
Korkmuyorum aslında,
Biliyorum azaldı zamanım,
Sihirli bir değnek beklemiyorum.
Sana söylemek istediğim,
Sana her gün bir şey söylemek istemediğim artık.
İçimden çıkaramıyorum,
İçinden de çıkamıyorum.
Her gün ama her gün,
Tüm gün aynı yerde duruyor bedenim öylece,
Fakat beynim duvardan duvara vuruyor kendini,
Gündüzden geceye geceden gündüze.
Rol yapmaktan o kadar yoruldum ki
Saklayamıyorum bazen.
Bazen, tüm kalabalığa rağmen sızıyor bedenimden gözyaşlarım.
Sürekli dolup sürekli taşıyorum,
Ama artık taşıyamıyorum kendimi.
Yağmuru ne çok özledim bilsen,
Doğayla aram açıldı iyice,
Ağaçları bulutları,
Denizi bile,
Çok özledim.
Yani sana söylemek istediğim,

Sana hiçbir şey söylemek istemediğim artık.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Diriliş

busraturksev
Parçalara ayrıldıkça tamamlandı insan.
Ayrıldığı her parçayı bir bir toplayarak birleştirdi.
Eski resmi tekrarlamayarak daha güçlü hale getirdi kendini
Her parçalanışta hangi parçayı nereye koyacağını daha iyi öğrendi.
Ve ayağa kalktı.
Bir öncekinden sayıca ne bir eksik ne bir fazlaydı.
Yalnızca değişen parçaların karşılığı, iyi bir tarafının yok oluşuydu.
Sayıca aynıydı çünkü, iyi her bir yönüne karşılık kötü bir benlik oluştu.
Ve yerleşti.
Bir sonraki düşüşünde kötü benlik zarar görmeyecekti.
Her devinimde iyinin yerine gelen kötü benlik sağlam bir HİÇ yaratacaktı o vücutta.
İçindeki hiçi besleyip koca bir deve dönüştürene dek düşmeye devam edecekti insan.
Geriye iyiden hiçbir iz kalmayana dek de,
Düştü, kalktı, düştü, kalktı, yeniden düştü, yeniden kalktı...
Başkasından aldığını bir başkasına yaşatarak büyüdü insan,
Böyle aldı bir öncekinden intikamını

Ve böyle insanlıktan çıktı,
İnsan denen varlık.

23 Kasım 2013

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Yarım

busraturksev
En iyi ihtimalle ömrümü yarıladım. Kendimle baş başa kaldım. İlk defa başkalarının bana taktığı lakap yerine kendimle, kendim isim vererek konuştum. Büyük kararlar aldım. Aldığım kararlar dünyanın sonunu getirecek bile olabilir. Öyle büyük kararlar aldım. Benden çıkardıklarım oldu. Benden çıkarmak için uğraştıklarım… Onlardan bahsetmeyeceğim. Ne zaman olur da geriye bakınca içimin kıyameti diner, o zaman onlardan bahsedebilirim. Son bir sene içinde çok fazla uğraş edindim. Sürekli kendimi meşgul ettim. Kitaplar okudum, dizilere başladım, gezdim, dans ettim, çalıştım. Ne kadar hareket etmiş olursam olayım içimdeki kıyametten ileri gidemedi yaptıklarım. Bunun farkına vardıktan sonra da uzun süre öylece yattım. Saatler, günler, haftalar sürdü. Ne dindirebildim ne dönüştürebildim başka bir şeye. Olduğu gibi kaldı. Sonsuz bir döngü var içimde.
Aldığım kararların tüm dünyayı etkileyebilirliği konusunda ciddiydim. Bunun için hiçbirinizden özür dilemeyeceğim. Çünkü sizin kararlarınız da benim yaşadıklarıma sebep oldu. Bunca karmaşa içinde, dimdik duramasam da ayakta durmayı öğrendim. Bazen yenilir gibi oldum ama eğile büküle olduğum yere geldim.
Hayatımın bir kısmına kadar yarımdım. Hep bunun farkında oldum. Bir kısmından sonra tamam(san)dım. Siyahıma beyaz, beyazıma siyah. Kusursuz.
Tamamlansaydım eğer, kusursuz.
Şu an yeniden yarımım. Ömrümün yarısını da geçtiğimi düşünürsek, bu şekilde öleceğime garanti verebilirim. Yarım doğdum, tamamlanır gibi oldum, yeniden yarım kaldım.
Oturup deriniyle düşüncelere daldım. Orada kısılı kaldım. Kafamın içi göğsüm kadar kıyamet.
Yazmayı bırakmıştım. Anlatacak çok şey varken, dünya üzerindeki hiçbir dilde doğru terimi bulamayacağımı bildiğim için yazmadım. O kadar çok düşünüyorum ki fikrimin değişmesi bir attosaniyeyi bulmuyor. Kimsenin kimseye, hiçbir şeyi doğru anlatamadığı, karşısındakinin de doğru algılayamadığı bu evrende konuşulanların uzay boşluğunda birbirine çarpmaktan başka bir halta yaramadığını düşününce, benimkilerin de aralarına girip ortalığı kızıştırması kararını aldım en son. Bu cümleyi yazmadan hemen önce.
Bir düzine insanın tüm parmakları kadar insan tanıdım. Aynı düzinenin ellerindeki parmak sayısı kadarını da çoktan unuttum.
Unuttuklarımdan da özür dilemeyeceğim. Hayatımdan birini çıkarmam için büyük nedenlere ihtiyacım var. Unutulduysanız, sebebi kendinizsiniz.
Kendimden, istemediğim halde uzaklaştıktan sonra, olduğum kişiden uzaklaşmak istedim. Birçok defa denedim, birçok defa başarısız oldum. Nereye gittiysem yanıbaşımda götürdüm her şeyi. Son seferimde kendimi bilmediğim bir yerde koşarken buldum. Dönüştüğüm insanla yüzleşme vaktimin geldiğini o zaman anladım.
İnsan gerçeklerden kaçamıyor yolun sonunda. Bazen karşılaşmamak için çok çabalasa da günün birinde o gerçek put gibi dikiliyor tam da kaçmaya çalıştığınız tarafta. Kaybetmek istemediğiniz bir şey varsa işin ucunda, karşınıza dikilen puta da sırtınızı dönüp başka bir yol arayışına geçiyorsunuz. Nafile. Hangi yolu seçseniz sonucu değiştiremiyorsunuz. Kendinizden ne kadar kayıp verdiğiniz ya da ne kadar yol kat ettiğiniz ya da ömrünüzden ne kadar kırptığınızın zerre faydası olmuyor sonucu değiştirmeye. Kaybettiklerinizin hepsini cebinize doldurup ağır bir yükle kalan ömrünüzü yaşamaya çalışıyorsunuz. Keşke olduğunuz yerde bırakabilseniz, namümkün.
Ceplerimde kaybettiklerim, kafamda attosaniyelik fikirler, içerimde süregelen kıyametle, sıyrılamadığım sonsuz bir döngüde, en iyi ihtimal dahilinde yarıladığım ömrümün kalan yarısını da yarım yamalak, kendimden uzak, yaşıyormuş gibi yaparak geçireceğim.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Zehir

busraturksev
Birçok yer gördüm. Çok azını gezdim.
Birçok yer öğrendim, hiçbirine gitmedim.
Birçok insanla karşılaştım. İsimlerini bildim, karakterlerini bildim, düşüncelerini bile bildim. Hiçbiri somut değildi.
Birçok arkadaşım oldu, hiçbirinin arkadaşı olamadım.
Birçok defa öldüm. Yeniden buradayım.
Çok uzun süre sustum. Şu ana kadar susmuştum.
Artık kusuyorum. Gözlerinizin içinden beyninizin derinlerine akıyor içimdeki zehir.
Birçok insanı sevdim. Gerçekten sevdim. Kimine dost dedim kimine sevgili. Hiçbirinden aynı değeri görmedim.
Anlaşılamayacak kadar sevdim. Anlaşılamayınca bir anlamı olmadı.
Her gece çok uzaklara yürüdüm. Kimse bilmeden geri döndüm.
Ama hep döndüm.
Çok içtim. İçtiklerimi hiç kusamadım.
Hepiniz adına içtim. Hepiniz adına küfrettim.
Hepinize küfrettim.
Herkesi kendimi tanıdığım kadar tanıdım. Kendimi artık tanıyamıyorum.
Şarkılar için sözler yazdım. En küçük parçalara ayırıp şehrin dört bir yanına dağıttım.
İnsanlar için şiirler yazdım. Hemen sonra yaktım.
Duygular için kitapları dolduracak kadar fazla terim kullandım. Hiçbiri tam olarak anlatamadı içimden geçenleri. Hepsini yuttum.
Hayatlar için hikayeler uydurdum. Gerçek olamayacak kadar güzel hikayeler. Onları da klozete döküp sifonu çektim. Aşağıda bir yerlerde hayalleriniz yüzüyor.
İnsanları çok dinledim. İçimi boş laflarla doldurdular. Şişene kadar dinledim. Patlamadan hemen önce eve gelip duvarları boş laflarla boyadım.
Bazılarınızdan iğrendim.
Bazılarınızdan çok iğrendim.
Bazılarınızın suratına işemek geldi içimden.
Bazılarınızı günlerce dövmek istedim.
Bazılarınıza da tek laf etmemek.
Çok yalnız kaldım. Çok defa ağladım. Kimse görmedi.
İnsanların arasından geçerken hıçkırarak küfrettim.
Ağzımdan kesik kesik çıkan laflar suratlarına bütün bütün çarptı. Hiç fark etmediler.
Günlerce uyumadığım zamanlar oldu.
Kendimle bile konuşmadığım haftalar.
Sabahlara kadar düşündüğüm saatler.
Bir başkası olacak kadar değiştim.
Kimse sorumluluk kabul etmedi.

Bu gece kusuyorum;
Kabul edilmeyen sorumluluklara,
Hayatımdaki sorunlulara,
Yapmam gerektiği düşünülen zorunluluklara.

Bu gece çığlıklar içinde susuyorum,
Bu gece senin adına kusuyorum,
Parçaların dökülüyor içimden,
Duyabiliyor musun?

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Delilik

busraturksev

Günlerdir uyuyamıyordu. Belki haftalardır. Ne kadar süredir uyuyamıyordu onu da bilmiyordu. Ama değiştiğini fark ediyordu. Göz kapakları bir kamyonun yüklü dorsesi kadar ağırlaşmıştı. Yanı sıra tabii düşünceleri de değişmişti. Aslında değişmeye devam ediyordu. Uzun süredir uykuyu tatmadığı için beyninde çelişkili fikirler de üremeye başlamıştı. Bunu böyle yapmalıyım diyordu. Ama neden öyle yapmalıydı onu bilmiyordu. Sonra şunu yapmalıyım. Evet evet, doğru olan bu, bunu yapmalıyım. Yapmalı mıyım?
Uyuyamıyordu çünkü düşünmeyi bırakamıyordu. Düşünmeyi bırakamıyordu çünkü uyuyamıyordu. Ne düşünüyordu? Düşünmeyi bırakıp uyumayı. Hayır, düşünmeyi nasıl bırakacağını. Yok hayır, düşünmeyi nasıl bırakacağını düşünürken uyuyamayacağını düşünüyordu.
Bir adam yanında uyuyordu. Bir adam yanında uyuyordu. Bir adam yanında uyuyor gibiydi. Uyuyor muydu? Bir adam mıydı bu uyuyan?
Bir çocuk yanında uyuyor numarası yapıyordu. Hayır, bir çocuk yanında uyuyordu. Hayır hayır, bir çocuk yanında uyuyor numarası yapıyorken bunun farkındaydı. Şu an bir çocuk uyuyordu.
Bir böcek duvara tırmanıyordu.
Bir karga avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Bir alarm tüm apartmanı uyandırmak için çalıyordu.
Bir ışık iki perdenin boşluğundan sıyrılıp yüzüme süzülüyordu.
Bir kadın yanımda oturuyordu.
Bir kadın ben yatarken benim yatağımda oturuyordu.
Bir kadın beni duyuyordu. Ben gülüyordum.
Avazım çıktığı kadar gülüyordum. Dışarıdaki kargayı korkutacak kadar sesli gülüyordum. Duvardaki böceği koşturacak kadar sesli gülüyordum. Perdeyi kıpırdatacak kadar sesli gülüyordum. Tüm apartmanı uyandıracak kadar sesli gülüyordum. Yanımdaki çocuğu ağlatacak kadar sesli !

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Dip


busraturksev

Uykusuz kaldığım günlerden yine bugün, sabahın beş elli yedisinde gözlerimin karanlıkla dolmasının ardına içimde tekrarlanan bir cümleyi ilk defa sesli söyledim. Yalnız başıma kaldığım burada, işte tam burada ilk defa sesli tekrarını yaptım içimdekinin,
-Çirkinleşiyorum.
Hayatımın her bir alanında yaşadığım ayrı problemin üstesinden gelmeye çalışırken ben, o problemler kadar, işte tam da o kadar çirkinleşiyorum.
-Çirkinleşiyorum.
Günlerdir dinlenmeye çalışan bedenim, uykuya zorlanan beynim ve güneşin aydınlığına tepki olarak kapkaranlık gözlerim. Bugün uyuyamadığımın kaçıncı gün dönümü?
Her döküntüm ile ben, işte tam da her döküntüm kadar ben, çirkinleşiyorum.
Bir gün bir insan, düşünce hakimiyetini resmen bulursa o gün rahatça uyuyabileceğim. Fakat o güne dek çirkinleşmeye devam eden her bir zerrem etrafımda, yakınımda işte tam yanıbaşımda kim, ne varsa onu da içine çekmeye devam edecek.
Gözlerim öylesine karardı ki içeriden o karanlığı görebiliyorum. Göz kapaklarımın siyah iki çizgi haline gelişini zamanla izledim. Ya gözlerim? Karanlığı bu denli görebilmemin sebebi göz kapaklarımın da ötesinde olabilir. Gözlerimin rengi gitmiş olmalı. Dipsiz bir karanlık kadar karanlık.
Ya beyaz kısımları? Beyazın varlığını unutturacak kadar beyaz olmayı bırakmış olmalı. Gözlerim o kadar karanlık olmuşsa nasıl çirkinleşmeyeceğim peki?

Bugün ben, işte burada anlattığım kadar karanlık, tam da söylediğim şeyler kadar çirkinim.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It
Blogger tarafından desteklenmektedir.